Bilbay Eminoğlu
Başkentlilerin evlerindeki musluklardan akan su, ‘buna da şükür’ diyeceğiz ama zehir gibi!
İçilebilecek kalitede değil yani.
Tuzlu, kireçli ve acı…
Bahçe sulamaya da gelmez…
En dayanıklı bitkileri bile üç günde kurutuveriyor.
Başka yerleşim birimlerinde de yaşanan sorun yeni değil…
Yıllardır insanlarımız, belediyelere, KDV, kanalizasyon, sayaç kirası, temizlik, aydınlatma hizmetleri ve sağlık vergisi gibi kalemlerin eklenmesiyle bayağı şişirilen su faturaları ödemesine karşın, dönüp içilebilecek su için bir o kadar daha masrafa katlanmak zorunda kalıyor.
Neden?
Çünkü Güzelyurt’taki tuzlanmış kuyulardan ne çıkarsa, asbestli borularla evlerimize aktarılıyor.
Yeni kaynaklar bulunması; haftada bir kez, birkaç saatliğine olsun evlere içilebilecek su sağlanması yönünde bir çalışmaya ne yazık ki tanık olamıyoruz.
***
Şimdi bakıyoruz, Lefkoşa’mızın asbestli su boruları Avrupa Birliği’nin (AB) 259 milyon Euro’luk mali yardımıyla değiştiriliyor.
Dün bu köşede “Kanser Dehşeti” başlıklı yazımda vurgulamıştım.
Bu illet ülkemizde ayda 30’dan fazla can alıyor. Dolayısıyla evlerimize giren suyun asbestten arındırılması, kanser yapan etkenlerden birinin daha kısmen ortadan kaldırılması yerinde bir çalışma.
Ne var ki, döşenecek yeni borulardan yine aynı kalitesiz su akıtılacağından Lefkoşalıların içme suyu sorunu ortadan kalkmıyor.
AB Destek Ofisi Departman Başkanı Alassandra Viezzer, borularının değiştirilmeye başlanması dolayısıyla düzenlenen törende yaptığı konuşmada bu konuya da değinmek gereği duydu.
Viezzer, Lefkoşa’ya sağlanan suyun içilebilecek kalitede olmadığına işaret ederek, yıllar önce fazla olan su kaynaklarının israf edildiğini söyledi.
Doğru…
Çocukluğumdan anımsıyorum; yaz kış akan pınarlarımız vardı…
Lefkoşa’nın içinde bile, bahçelerde tatlı suyla sebze ve meyve yetiştirilirdi…
Nereye kazma vursanız içilebilecek kalitede su fışkırırdı.
Bir yandan savurganlık, bir yandan yanlış uygulamalar, bir yandan iklim koşulları bütün su kaynaklarımızı kuruttu.
Ve ne yazık ki, günümüzde dahi su savurganlığımız sürüyor.
Elimizde kalanları olsun koruyamıyoruz.
***
Avrupa Komisyonu “Kıbrıs” Temsilciliği, dün bazı sivil toplum örgütleriyle Lefkoşa’da “Sidestreets”te düzenlediği basın toplantısında, küresel ısınmanın Kıbrıs’ı çok ciddi şekilde etkileyeceği uyarısında bulundu.
Bu ne demek?
Tanrı korusun, daha fazla kuraklık, daha fazla susuzluk demek.
Kurtuluş için tek yol olarak da uyarıların dikkate alınması gösteriliyor.
Ve bunlar özetle, çevreyi korumak, enerji kaynaklarının sarfiyatını azaltmak, ışıkların kapatılması, klimaların kullanımında tasarrufa gidilmesi, yüzme havuzlarının kısıtlanması ve en önemlisi su kullanımının mümkün olduğunca azaltılması olarak sıralanıyor.
Ancak bu uyarıları dikkate aldığımız söylenemez.
Suyun değerini hala anlayamıyoruz.
Çünkü su dağıtımında henüz bir kısıtlama yok.
Bir telefonla evimize çağırdığımız içme suyu satıcılarından da istediğimiz kadar alabiliyor, soğutuyor ve kana kana içebiliyoruz.
Bu bolluğu bir gün yitirebileceğimizi düşünmek bile istemiyoruz.
Tamam da nereye kadar…
Bu konuda duyarlı olmamız, uyarıları dikkate almamız için ne bekliyoruz?