Ülkemiz çeşitli çevre sorunu demeyeyim çevre felâketleri ile karşı karşıyadır. Buna mukabil hükümet ve çevre bakanlığı seyirci konumunda olup çevre felâketlerine karşı hiçbir önlem alamıyor. Bilâkis Çevre Bakanlığı’nın bütçesi çokmuş gibi 2009 yılı bütçesinde 2008 yılı bütçesine göre payı azaltılıyor. Çevre Bakanı ise iş yapar görünmek için peşine taktığı basın ordusu ile yollarda eksoz emisyon testi yapmakta veya bazı taş ocaklarını ziyaret etmektedir. Bu konuda daha önce de yazdığım için bu iki konuya yeniden girmeyeceğim. Girne ve Bafra denizlerine akıtılan lâğım suları ve denizden tatlı su arıtma tesislerinin arıtmadan arta kalan billurlaşmış tuzu denizin akıntılı olan derin yerlerine bırakma yerine hemen sahile akıtmalarını konu edeceğim.
****
Bafra bölgesinde toplam yatak kapasitesi 12 bin olacak olan bazı tesislerin inşaasına başlandıktan sonra hükümet tarafından bu tesislerden çıkacak olan atık suların o bölgenin yeşillendirilmesinde kullanılması için bir atık su arıtma tesisi ihalesi yapıldı. Bu ihaleyi CTP’li bir müteahhit 13 trilyona aldı. Bir müddet sonra da 13 trilyona aldığı bu ihaleyi taşeron bir firmaya 7 trilyona devretti. Hatta basına ihaleyi alan CTP’li müteahhitin yaptığı açıklamalara göre zorda olan bir arkadaşına yardım olsun diye 13 trilyona aldığı ihaleyi 7 trilyona devretmiş. Tabiiki aradaki 6 trilyonluk farkın vergisini maliyeye ödemişse bize helâl olsun demekten başka birşey düşmez. Ancak Artemis Otel’in bitme aşamasına gelmesi ile bu atık su arıtma tesisinin yapımına hız verildi ve bitirildi. Artemis Otel faaliyete geçince bu arıtma tesisinin çalışmadığı görüldü. Neden olarak da arıtma tesisinin 12 bin kişiye hizmet verecek şekilde yapılmış olması açıklaması yapıldı. Bunun üzerine hükümet derhal Artemis Otel için başka bir paket arıtma tesisi yaptırdı. Yalnız burada dikkatinizi çekmek isterim. KKTC Hükümeti son yapılan Mercure Otel olsun veya Artemis Otel olsun arsa dahil tüm alt yapı hizmetlerini de onlara bedava olarak sağlıyor. Ancak bilinçli olarak Meclis’ten geçirilmeyen “Rekabet Yasası’nın ” olmaması yüzünden hiçbir KKTC’li otel sahibi bu durumu haksız rekabet doğurduğu için dava konusu yapamıyor. Üç aşamalı arıtma yapması gereken Artemis Otel’in paket arıtma tesisi sadece iki aşamalı arıtma yapıyor. Çevre yeşillendirmesinde kullanılamayan bu sözde arıtık su önceleri Artemis Otel ile deniz arasında kalan küçük bir göletciğe akıtılıyordu. Zamanla mavi olan göletçiğin suyunun rengi yeşile dönüp kokmaya başlayınca denizin içerisine uzatılan kalın bir borudan Artemis’in sözde arıtık suları denize verilmeye başlandı. Başka bir yazımda da yazdığım gibi kumarhanesi olan 5 yıldızlı otel sahiplerine KKTC ‘de VIP “çok önemli kişi” muamelesi yapıldığı için kimse bu duruma müdahale edemiyor. Ayrıca bu denizden alınan su numülerinde de ne hikmetse hiçbir olumsuzluğa rastlanmıyor.
****
Benzer bir durum Girne’de yaşanmaktadır. Anımsayacaksınız Girne Belediyesi’ne ait atık su arıtma tesisinin bir havuzu patladıktan sonra onbinlerce ton atık su günlerce hiçbir işleme tabi olmadan denize akmıştı. Sonradan alelacele tamamlanan yeni havuz kapasite bakımından yeterli olmamasına rağmen devreye konulmuş ve yeterli arıtma yapılamadan yine binlerce ton atık su hergün denize verilmeye devam edilmiştir. Üç aşamalı arıtma yapılması gereken atık sular ancak üçüncü aşamadan sonra denize verilebilirler. Devreye yeni konulan arıtma havuzu kapasitesinin yetersizliğinden dolayı iki aşamalı arıtmayı bile tam yapamadan sözde arıtılmış sular denize verilmektedir. Girne Belediye Başkanı da CTP’li olunca Girne Bölgesi denizlerinden alınan su numüleri de temiz (!) çıkmaktadır.
****
Denizlerimize sadece atık sular verilmiyor. Deniz suyu arıtılıp içme ve kullanma suyu elde edilirken arıtılan deniz suyundan arta kalan ve billurlaşmış tuz denen tuzlar da maalesef hemen kıyıya akıtılmaktadır. Bu ise o kıyı bölgesindeki canlıların tümünün yok olması demektir. Deniz suyu arıtıldıktan sonra açığa çıkan tuzların denizin akıntı olan derin bir yerine pompalanması gerekmektedir. Ancak maliyet gerektiren tuzu içeriye pompalama yerine bu işi yapanlar açığa çıkan tuzu hemen kıyıya akıtmaktadırlar. Kıyı şeritlerinin ölümü demek olan bu işlem de maalesef Hükümetin ve Çevre Bakanı’nın vurdumduymazlığı nedeni ile tüm hızı ile devam etmektedir
****
Bir başka çevre felâketi de Haspolat arıtma tesisinden yeterli arıtma yapılmadan alınan sularla çok geniş bir alanın sulanmasıdır. Bu sularla yetiştirilen yeşil hayvan yemlerinin ne kadar sağlıklı olduğu tartışılır. Ancak en önemlisi yeterli arıtma yapılmayan bu sularla sulanan toprakların birkaç yıl içerisinde bozularak tarıma elverişli konumlarını kaybetmeleri olacaktır. Bu ise binlerce dönümlük bir alanın çölleşmesi demektir. Bu acı gerçekler karşısında Hükümet ve Çevre Bakanı yukarıda da yazdığım gibi seyirci konumundan çıkıp bu çevre felâketlerine karşı önlem alamıyorlar. Bundan dolayı tüm sivil toplum örgütleri ile Hükümet dışındaki siyasi partilere büyük bir görev düşüyor. Bu görev yurdumuza sahip çıkma görevidir.