Biyologlar Derneği Genel Sekreteri Hasan Sarpten, KKTC’deki taşocakları sorununun çarpık yapılaşmadan kaynaklandığını belirtti ve devletin müteahhit firmalara “taşocağı işletme izni” vermemesi gerektiğini vurguladı
Biyologlar Derneği Genel Sekreteri Hasan Sarpten, KKTC’nin kanayan yarası haline gelen ve gittikçe kangrenleşen taşocakları sorununun, ülkedeki inşaat patlaması ve buna bağlı çarpık yapılaşmadan kaynaklandığını belirtti.
KKTC’de bugün yaklaşık 70 taşocağının bulunduğunu ve bunların 17’sinin kum-çakıl çıkardığını ifade eden Sarpten, asıl kirliliği de bu ocakların yarattığını savundu. Devletin, isteyen her müteahhit firmaya taşocağı işletme izni verdiğini ifade eden Sarpten, devletin soruna gerçekçi yaklaşmadığını, inşaatlar bu hızla devam ettiği sürece de taşocakları sorununun çözümsüz kalmaya mahkum olduğunu dile getirdi.
Biyologlar Derneği Genel Sekreteri Hasan Sarpten’in konuyla ilgili yaptığı açıklama aynen şöyle:
“Her ne kadar farkında olmasak doğa birçok şeyin kaynağıdır. Ne var ki doğayı kullanırken çok dikkatli davranmak gerekir. Çünkü doğal kaynaklar sınırlıdır. Hele bizim gibi bir ada ülkesinde bu sınırlılık daha da belirgindir. Dahası, DPÖ’nün verilerine göre taş ocaklarından günlük çekim talebin karşılanması gayesiyle 15.000 ton üzerine çıkarılmıştır. Görüldüğü gibi, sorunun temeli ÇARPIK YAPILAŞMA’dır. Yapılaşmadaki çarpıklık ve anormal hız, taş ocaklarında yıllar boyu kontrolsüz bir şekilde işletilmesine yol açmış ve sonuçta günümüzdeki noktaya ulaşılmıştır.
Ülkemizde birçok sektörde olduğu gibi taş ocakçılığı sektöründe de sorun, doğanın kaldırabileceği sınırlarının çoktan aşılmış olmasıdır. Aslında, ülkemizin kum ve çakıl ihtiyarcı 1970’li yıllarda büyük ölçüde Güzelyurt bölgesindeki sahil şeridinde bulunan kum-çakıl ocaklarından karşılanmaktaydı. Daha sonra 1990 yılından itibaren yer altı su kaynaklarının tuzlanmasına sebebiyet verdiği gerekçesiyle (?) kum-çakıl ihtiyacı tamamen beşparmak dağlarından karşılanmaya başlandı.
Önceleri izin verilen ocaklar Beşparmak dağlarında Rum’dan kalma ocaklardı. Daha sonra zamanla sayıları arttı. Neredeyse Türkiye’den büyük ihaleler alarak adaya gelen her şirkete jeolojik açıdan uygun olup olmadığına bile bakılmaksızın dağlarımızdan gelişigüzel yerler verildi. Benzer uygulama halen devam ediyor. Bu şirketlere herkes gibi kumunu çakılını piyasadan alması söylenmiyor. Aksine emirlerine bir taş ocağı veriliyor. Örneğin Değirmenlik bölgesindeki taş ocağı Karayolları Dairesi tarafından yol yapan müteahhit firmanın emrinde işletilmektedir.
Sonuçta şu an 70’e yakın taş ocağımız var. Bunların 17 tanesi ise esas kirliliği yaratan kum-çakıl ocağı… Bunlara ek olarak Annan Planı sonrasındaki inşaat patlamasına paralel olarak talebin çoğalmasına, kirliliğin dayanılmaz boyutlara ulaşmasına neden olmuştur. Ayrıca, bilindiği üzere Altınova köyü ile Çınarlı köyleri civarında yer alan, Pluşa Manastırı ile İncirli Mağarası arasındaki İpsaro Tepesi’nde 8 mermer ocağı yakın bir tarihte faaliyete geçecektir. Tüm bunlar sorun karşısında ne kadar duyarsız kaldığını sergilemektedir.
Yine de son zamanlarda kamuoyunda oluşan baskıların da bir sonucu olarak birçok ocakta vahşi patlama yerine basmak yöntemine geçilmiş, hava kirliliğini önleyici toz indirgeme sistemi yaygınlaşmıştır. Fakat bu uygulamaların istenilen düzeyde olduğunu söyleyemeyiz. Üstelik devletin soruna gerçekçi yaklaşmadığı da ortada… Kaldı ki inşaatlar böyle devam ettiği, yollar son sürat yapıldığı ve yapılaşma alabildiğince sürdüğü müddetçe taş ocakları sorunu çözümsüz kalmaya mahkumdur.”