Bektaş: “2012 felaketlerin olduğu bir yıl olarak tarihe kazındı”

Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Nilden Bektaş ile çevreye olan duyarlılığımızı, ülkemizde çevresel sorunları konuştuk. 2012 yılını yeni çevre felaketlerine yol açacak girişimlerin olduğu bir yıl olduğunu söyleyen Bektaş, bu yıl da yine kronikleşmiş çevre sorunlarının konuşulduğu bir yıl olduğunu da vurguladı.Serkan Soyalan
Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Nilden Bektaş ile çevreye olan duyarlılığımızı, ülkemizde çevresel sorunları konuştuk. 2012 yılını yeni çevre felaketlerine yol açacak girişimlerin olduğu bir yıl olduğunu söyleyen Bektaş, bu yıl da yine kronikleşmiş çevre sorunlarının konuşulduğu bir yıl olduğunu da vurguladı.
2012 yılını geride bıraktık. Geriye dönüp baktığımızda çevre duyarlılığı açısından nasıl bir yıl oldu diyebiliriz?
Genel olarak yılı değerlendirdiğimizde; 2012 yılının çevre açısından kötü geçtiğini söylemek mümkündür. Ülkede mevcut olan çevre sorunlarına kalıcı çözümler getirilemeden ne yazık ki 2012 yılında bu sorunlara yenileri eklenmiştir. Artık kronikleştiğini düşündüğümüz bir çok çevre sorununa çözüm bekleyen halkımız ne yazık ki çevresel sorunların neden olduğu problemleri bu yıl içinde de yaşamaya devam etmiştir. Elbette ki bu kadar olumsuzluk içerisinde “iyi” olarak niteleyebileceğimiz gelişmeler de oldu ancak sene boyunca çevre “kötü” olarak gündemden hiç düşmedi.
2012 yılında çevre açısından “iyi” olarak nitelendirdiğiniz gelişmeler nelerdi?
Yıl içerisinde meclisten geçirilen yeni ‘‘18/12 sayılı Çevre Yasası’’ önemli bir gelişmedir. Henüz yasanın gerekleri yerine getirilmemiş ve ilgili tüzükleri hazırlanmamış olsa da kuşkusuz AB ile uyumlaştırılmış ilk yasa olma özelliğini de taşıyan yasa önemli bir adımdır. Bir başka önemli gelişme ise AB kaynakları ve desteği ile yıllardır en büyük çevre felaketlerinden biri olan Dikmen Çöplüğü’nün kapatılarak ıslah edilmesi ve Güngör Düzenli Depolama Tesisi’nin açılması çevre adına atılmış önemli adımlardır. Ancak hiç şüphe yok ki atılan bu adımların sürdürülebilir olması hayati önem arz etmektedir. Açılan yeni tesisin iyi işletilmesi ve yasanın gereklerinin yerine getirilmesi çok önemlidir.
Peki “kötü ” olarak nitelendirdiğiniz gelişmeler nelerdir?
Aslında kötü olarak nitelendirdiğim gelişmeler ülkenin değişmez kaderi olan “kronikleşmiş çevre sorunlarıdır” ne yazık ki uzun yıllardır konuştuğumuz sorunlar bu yıl içerisinde de güncelliğini korumuştur. Su sorunu, katı atık kirliliği, atık su kirliliği, Elektrik Santrallerimizin yarattığı hava kirliliği, plansız yapılaşma, İmar Planlarımızın olmaması, Taş ocaklarının yarattığı tahribat ve CMC sorunu kronikleşen çevre sorunlarımızın sadece bir kısmıdır. Üstelik 2012 yılı “yeni çevre sorunlarına yol açacak girişimlerin” olduğu bir yıl olarak da ülke tarihine kazınmıştır. Hiç şüphe yok ki buna en büyük örnek de yıl boyunca gündemden hiç düşmeyen petrol dolum tesisi olmuştur.
Dikmen çöp alanının kapatılması ve yeni çöp alanının açılması katı atık sorununu çözmeye yetmedi mi? Sorunlar nedir? Ne yapılmalı?
Elbette ki sorunlar çözülmüş değildir. Uzun yıllardır dokuz Belediyenin çöpünü döktüğü ve gerek çıkan yangınlarla halkın zehirlendiği gerekse yarattığı çevresel kirlilikler ile birçok hastalığa davetiye çıkaran Dikmen Çöplüğü sorunun sadece görünen parçası idi. Şu an burası AB desteği ile rehabilite edilip kapatılmıştır. Ancak katı atık sorunu ülkesel boyutta halk sağlığını tehdit etmeye devam etmektedir. Katı atık olarak adlandırdığımız çöpler yerel yönetimler tarafından ideal bir şekilde toplanamamakta uygun olmayan şartlarda bertaraf edilmektedir. Üzülerek görmekteyiz ki bir çok Belediye ve köylerimizde dere yataklarına ya da gözden uzak bölgelere boşaltılan çöpler kontrolsüz bir şekilde yakılmaktadır. Uzun yıllardır gözler önünde yanan dikmen çöplüğü gibi kapatılmayı bekleyen ve halkı zehirleyen birçok çöp alanı vardır. Geçmişte hazırlanan Ülkesel Katı Atık Politikası ve Atık Yönetim Planına göre ada genelinde tüm çöp alanlarının rehabilite edilerek kapatılması ve tüm çöplerin Güngör Katı Atık Depolama Sahasına getirilmesi gerekiyordu. Fakat bu çöp alanları kapatılmadığı gibi ada genelinde tüm çöplerin buraya ulaşması için transfer istasyonları da yapılmamıştır. Mağusa bölgesinde yapılan tek transfer istasyonu ise çeşitli nedenlerle kullanılmamaktadır. Katı atık sorunun tüm adanın sorunu olduğu unutulmadan çözüme odaklı çalışmaların yapılması kaçınılmazdır. Milyonlarca finans harcanarak yapılan atık sahası iyi işletilmeli, tüm çöplerin buraya gelmesi için çalışmalar ivedilikle yürütülmelidir. Adamızda tüm çöplerin toplandığı bütüncül bir politikanın olması, Atıkların kaynağında ayrıştırılarak yeniden kullanıldığı veya geri dönüşüm tesislerinin olduğu, düzgün ve düzenli işletilen katı atık depolama sahası için gerekli olan tüm iyileştirmeler yapılmalı ve artık hayata geçirilmelidir.
Daha önce Çevre Mühendisleri Odası adına yapmış olduğunuz açıklamada ülkemizdeki çevre sorunlarını başında, su probleminin olduğunu söylemiştiniz. Peki sürdürülebilir su politikası nasıl olmalı?
Evet, hayati öneme haiz su ne yazık ki Ülkemiz için sorun olmaya devam etmektedir. Su kaynaklarımız her geçen tükenmekte su fakiri olan adamız kuraklığa doğru gitmektedir. Bunun en büyük nedeni Ülkesel Su Politikamızın olmamasıdır. Uzun yıllardır yapılan hatalar ne yazık ki devam etmektedir. Şöyle ki; İzinli ya da izinsiz açılan birçok kuyu vardır. Aşırı su çekimleri yapılmış bunun sonucunda ise beslenme-boşalım dengesizliği yaratılmıştır. Yer altı su kaynaklarımız olan akiferlerimiz tuzlanmış ya da kirlenmiştir. Tarımda uygulanan yanlış politikalarla her yıl su harcamamızın %70 kadarı vahşi sulamaya gitmiştir. Su kaynaklarımızın bu kadar tükenmesine bir diğer etmen de atık sularımızın tekrar değerlendirilememesidir. Şehirlerde kurulacak kanalizasyon şebekeleri ile toplanacak atık suların atık su arıtma tesislerinde arıtılarak tarımda kullanılması hayati önem taşımaktadır. Ancak ne yazık ki bu atık sular kirlilik yaratmadan öteye geçememektedir. En büyük su tasarrufu olarak ilk elden düşünülmesi gereken tesisler halen daha yerel yönetimler tarafından lüks bir yatırım olarak görülmektedir. Halbuki 18/12 sayılı Çevre Yasası ile nüfus eşdeğeri 2000 in üzerinde olan tüm Belediyelerde kanalizasyon ve atık su arıtma tesisleri kurma zorunluluğu getirilmiştir. Buna karşın nüfusu çok yüksek olan belediyelerimizde dahi böyle bir çalışma olmadığını üzülerek görmekteyiz.
Su hakkında bu kadar sorun olması Ülkesel Su Politikası ve Yönetim Planı’nın gerekliliğini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Sürdürülebilir bir su politikası ile mevcut durum değerlendirmesi yapılarak, tarım- turizm-sanayi vb sektörlerin de katılımıyla ortak bir paydada ve ortak bir anlayışla hazırlanacak bir su politikası hem mevcut kaynaklarımızın korunması adına yapılması gereken çalışmaları içerecek, hem de sürdürülebilir bir su yönetiminin nasıl olması gerektiğini gösterecektir.
Biraz da Petrol Dolum Tesisi hakkında konuşalım. 2012 yılında gündemi bayağı meşgul eden bu tesis bilimsel anlamda adaya neler getirir, neler götürür? Böyle bir tesise bizim ülkemizin ihtiyacı var mı? Son gelişmeler nelerdir?
Hiç şüphe yok ki; anlaşılmaz bir ısrarla yapılması konusunda diretilen Petrol Dolum Tesisi 2012 yılına damgasını vurmuştur. Bütün bir yıl tesisin yapılması durumunda bizi bekleyen tehlikeleri konuşarak çevre adına yapılacak bu çok büyük hataya engel olmaya çalıştık ve sanıyorum fazlasıyla emek ve enerji harcadık. Sizin de bildiğiniz gibi bu konuyla ilgili insiyatif de kuruldu. Petrol dolum tesisine hayır insiyatifi çok sayıda sivil toplum örgütü ve konusunda uzman birçok odanın destek verdiği bir gönüllülük hareketidir. Öyle sanıyorum ki insiyatif bu anlamda birçok başarıya da imza atmıştır. Odamız da her adımda insiyatif içinde yer almış, yapılan eylem ve toplantılara destek vermiştir. Gelinen aşamada halkın tam desteğini alarak çalışmalarına sürdüren insiyatifin ısrarlı direnişi ile önce Lefke Bölgesine ardından da Büyükkonuk Bölgesine yapılacağı açıklanan tesisten vazgeçilmiştir. Ne yazık ki bu tesis için şimdide başka bir alan konuşulmaya başlanmıştır. Hatta buna zemin hazırlamak adına birçok karar ve tüzük değişikliği yapıldığını üzülerek görmekteyiz. Şöyle ki ilk olarak 2 Ağustos tarihinde İskele Bölgesinde “Kirli Sanayi ve Enerji Depolama Bölgesi” ilan edilmiştir. Daha sonra verilen alanın bir kısmının Orman Arazisi olduğu fark edilerek Bakanlar Kurulu Kararı ile Alçak Orman Arazisi olarak değiştirilmesine karar verilmiştir. Böylelikle kiralanamayan orman arazisinin, alçak orman arazisi olarak kiralanabilirliğinin yolu da açılmış olmuştur. Hatta daha sonra yine Bakanlar Kurulu Kararı ile “Enerji Depolama Projesi” süresince icraatları takip etmek üzere çeşitli Daire müdürlerinden oluşan bir komite kurulmuştur. Son günlerde ise ardı ardına alınan 2 kararla petrol dolum tesisin kesin olarak yapılabilmesi süreç işletilmiştir. İlk olarak alanın kiralanabilmesi için Maliye Bakanlığı kontrol ve yönetimine verilmesi onaylanmıştır. Kiralama gerekçesi olarak ise “Ülkeye yarar sağlayacak şekilde özel olarak yatırım yapılacak bölgeye ekonomik ve sosyal katkı sağlamak , istihdam ve gelir olanakları yaratmak” olarak gösterilmiştir. Daha sonra ise akaryakıt depolama, nakliye ve satışı yasası altında çıkarılan tüzükte düzenlemeler yapılarak alanın yatırımcı firmanın mülkiyetinde bulundurulma zorunluluğu ortadan kaldırılmış, kira belgesi ile tasarruf hakkını elinde bulundurması yolu açılmıştır. Sonuç olarak görüyoruz ki Hükümet, bu konuda oldukça ısrarcı davranarak tesisin yapılması için tüm yasal engelleri ortadan kaldırmıştır.
Böylesi bir tesisin Ülkemize hiçbir yarar sağlamayacağı artık hemen herkesin kabul ettiği bir gerçektir. Proje; yaklaşık 1 yıl boyunca hemen hemen her kesimin etkin katılımıyla defalarca masaya yatırılmış, yapılan panel, konferans ve tartışmalarda olumlu-olumsuz yönleriyle çok kapsamlı olarak değerlendirilmiştir. Sonuç olarak; Ülkeye hiçbir katkı sağlamayacak, aksine birçok çevre felaketini de beraberinde getirecek tesise Ülkemizin hiçbir noktasında yer olmadığı açıkça ortaya koyulmuştur. Dolayısıyla bu aşamadan sonra tesisin gerekliliğini ya da zararını tartışmak yersizdir. Bilinmesi gerekir ki, söz konusu yatırıma, stratejiden yoksun ve amaçsız bir şekilde izin verildiği takdirde, bunu fırsat bilecek diğer şirketler de benzer yatırımlar için girişimlerde bulunacak, turizm ve eğitim sektörüyle kalkınması beklenen Ülkemizin hedefleri yanlış yöne itilecektir.
Hükümetin bu tesisi hayata geçirme uğruna almış olduğu yanlış karardan dönmesi için insiyatif olarak mücadelemiz devam edecektir. Umuyorum ki böylesi bir tesisi hayata geçirmek için gösterilen uğraş ve kararlılık mevcut çevre sorunlarının çözülmesi için de gösterilir.
Son dönemde ülkemizde kanser vakaları hızla artıyor. Bunların çevresel etkenlerle bağlantıları ne ölçüdedir?
Evet maalesef Ülkemizde kanser vakaları ürkütücü boyutlara ulaşmıştır. Kanserin bir kader değil yaşam biçimi sonucu ortaya çıktığı, genetik faktörlerin kansere yakalanma riski konusunda düşünüldüğü kadar etkin olmadığı birçok araştırma sonucu da ulaşılan bir gerçektir. Çevresel etmenlere baktığımız zaman ise Ülkede buna zemin hazırlayan birçok faktörün olduğunu da görürüz. Termik santrallerimizden yayılan zehirli gazlar, sivrisinek mücadelesinde maruz kaldığımız kimyasallar, Tarımda hastalık ve zararlılarla mücadelede kullanılan tarımsal ilaç ve kimyasal gübreler, Ülkenin neredeyse yarım yüzyıldır çözüm bulunamayan sorunu olan CMC bu çevresel etmenlerin başında gelmektedir.
Ülkemizde geçmiş yıllara göre artış gösteren birçok sağlık sorunun da çevre kirliliği ve özellikle de kimyasallardan kaynaklandığı unutulmamalıdır. Kıbrıs Türk Tabipler Birliği bu konuyla ilgili sürekli olarak halkı ve kamuoyunu uyarmakta ve bilgilendirmektedir. Yapılan araştırmalarda Kimyasal-toksik madde kirliliği ile astım, kanser, hormonal ve cinsel gelişim bozukluklarının arttığı, Hamilelerde düşük ve ölü bebek doğurma oranı ile Çocuklarda öğrenme güçlüğü, dikkat eksikliği, otizm, hiperaktivite de geçmiş yıllara göre anlamlı olarak arttığı saptanmıştır.
Vatandaşın çevreye duyarlılığını nasıl buluyorsunuz? Çevre bilincimiz yeterli mi?
Halkımızın çevre konusunda bilgisi vardır ancak ne yazık ki bilinci yeterli düzeyde değildir. Ülke geneline baktığımız zaman yüksek öğretim oranının oldukça fazla olduğunu görmekteyiz. Bu da bize aslında sorunun öğretim ile aşılamadığını göstermektedir. Sanıyorum ki bilinç eksikliğini tetikleyen etmenlerin başında; Eğitim, yaşam alışkanlıkları, çevreyi sahiplenmeme dürtüsü gelmektedir. Yasa yapıcı kesimin yasa yürütücü ve denetleyici kesimle olan uyuşmazlığı alınan karar ve politikaların uygulanamamasına sebep olmaktadır. Aslında çevreyi gerçekten korumaya çalışan ve seven bir kesim varsa da sonuç olarak ortaya hatırı sayılır derecede kirletenin ödemediği ,”bana ne ci ” ve bencil bir kesim çıkmaktadır. Bu nedenledir ki burada arabasından dışarı çöp atmayı normal sayan kişiler sınırın öte yanına geçtiklerinde ellerindeki pet şişeyi atacak bir çöp kutusu aramaktadırlar.
Buradan halkımıza son olarak bir mesaj verecek olursanız neler söylemek istersiniz?
Çevre yönetimi bir bütündür. Bu nedenle gerçek bir çevre yönetimi halk ile yönetenlerin ortak çabası ile mümkün olabilecektir.
Sürdürülebilir bir çevre politikası; Çevre konusunda eksik yasa ve tüzüklerin çıkarılması, yasayı yürütecek uygulayacak ve denetleyecek sistemin tüm kurumların mekanizmalarına yerleşmesi, caydırıcı cezalar ile “Kirleten Öder Prensibinin” işlemesi, çevre bilincinin artırılmasına yönelik çalışmaların yapılması ve bu adada yaşayan herkesin çevreyi sahiplenmesi ile mümkün olabilecektir. Unutulmamalıdır ki güçlü bir siyasi irade önderliğinde bu çerçevede yürütülecek bir çevre politikası; çevrenin iyileştirilmesini, dolayısıyla da refah seviyemizin yükselmesini beraberinde getirecektir.
KAYNAK:http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/35/news/97059/PageName/KIBRIS_HABERLERI