Çevre Mühendisleri Odası Başkanı İbrahim Alkan, taş ocaklarını mevcut şekilde kapatmanın çözüm olmadığını kapatırken nasıl rehabilite edileceğinin düşünülmesi gerektiğini söyledi.
“Bir ocağı o şekilde kapatmak onun hep o kötü durumda kalmasına sebep olur” diyen Alkan, fiziki planlama hazırlanarak bu sektörün gelecekte ne olacağının belirlenmesi gerektiğini kaydetti.
Alkan, İpsaro tepelerinde alçı ocakları mevcut durumla işletmeye açılsaydı Beşparmak Dağları’nda görünen durumun bir benzerinin oluşacağını ve izinler verilmeden söz konusu bölgede ekonomik, sosyal ve çevre analizi yapılması gerektiğini vurguladı.
İpsaro’nun jeolojik olarak dünyada ender rastlanan bir yapıya sahip olduğunu ve jeolojik miras olduğunun altını çizen “İzinleri iptal ederek bunu da korumuş oluyoruz” dedi.
Çevreye etkileri…
Soru: Taş ocakları zaman zaman gündeme geliyor ama daha sonra unutuluyor. Basamak sistemine geçme gibi bazı önlemler alındı ama bildiğim kadarıyla o da tam olarak uygulanmıyor. Taş ocaklarının düzgün yapılmadığı zaman doğaya zararı nedir?
Alkan: Taş ocaklarının ne kadar düzgün yapılırsa yapılsın çevreye bir etkisi var. Biz oda olarak bu çevre etkilerinin minimuma indirilmesi gerektiğini söylüyoruz. Çağdaş ülkelere baktığımızda taş ocakları çok da değerli bir maden olmadığı için genellikle tünel yöntemiyle değil, basamak sistemi dediğimiz açık işletmelerle işletilir. Bizim ülkemize baktığımızda 1990 yılından itibaren Beşparmak Dağları’nda taş ocaklarının işletildiğini görüyoruz ama 1990’dan 2004 yılına kadar taş ocakları galeri patlatma denilen, vahşice denebilecek bir yöntemle patlatıldı ve yer yer, en büyük örneği Karayolları Dairesi’nin taş ocağındaki gibi 100-120 metreye ulaşan ayna yüksekliği oluştu. 2004 yılında zamanın hükümetinin aldığı bir kararla basamak sistemine geçilmesine karar verildi ve hatta taş ocakçılarına gerekli sistemi almaları için KKTC tarihinde ilk kez teşvik de verildi. Ocakların büyük bir kısmı buna başladı ama hala daha basamak sisteminde çalışmayan ocaklar var. Kırma kum-çakıl ocaklarının etkileri, genel hatlarıyla 6 tanedir. Birinci ve en büyük etkisi toz, çıkan tozlar bölgede yaşayan tüm canlıları etkiliyor. İkincisi çıkan atıklar, taş ocakçıları maalesef atıkları en yakın bölgedeki dere yataklarına döküyorlar. Üçüncüsü tabii ki bir gürültü kirliliği ve sarsıntılar. Hem patlatmadan hem de ağır aletlerden dolayı gürültü oluyor ve patlatmalar sırasında olan sarsıntılar da bölgedeki canlıları etkiliyor. Dördüncü etkisi yer altı ve yüzeysel sulara etkisi. Bu konuda iki iddia var, bir grup taş ocaklarının yer altı sularına etkisi olmadığını söylerken diğer grup etkisi olduğunu söylüyor. Bununla ilgili kurum olan Jeoloji Maden Dairesi, ki yer altı sularını çıkaran kurumdur ve başka veri olmadığı için onların verilerine güvenmek lazım, oradaki aküferin 100 metreden daha derinde olduğu ve patlatmaların yer altı sularını etkilemediğini söylüyor. Beşincisi ayna yükseklikleri 20 metreyi aşan taş ocaklarının ortaya çıkardığı görüntü kirliliğidir. Bu özellikle turizm ülkesi olan adamızda büyük bir sorundur. Ayrıca, bölgede oluşan tozun hava kirliliğinde başka bir etkisi de görsel kirliliktir. Altıncı etki de toprak kirliliğidir. Taş ocaklarının patlatılması sırasında çıkan tozda bulunan kireç, uzun yıllar toprakta birikerek toprağı bazikleştirdiği, bunun da bitkinin mineral maddelerden istifadesini kısıtladığı yapılan çalışmalarda ortaya konmuştur. Kalsiyumun bazik karakterli topraklarda, ülkemiz gibi kurak bölge topraklarında aşırı artması, zamanla toprağın organik maddelerce azalmasına ve toprağın verimsizleşmesine sebep olur. Taş ocağının bulunduğu alanda tepeliklerden malzeme çıkarıldığı için yeryüzü şekilleri bozulmakta bir tarafı yenmiş gibi duran yarım tepelikler ve çukurluklar oluşmaktadır. Ayrıca toprağın şeklini değiştirerek toprağın verimliliğinin azalması söz konusudur. İşlemler sırasında bitki örtüsünün ortadan kaldırılması nedeniyle bölgedeki erozyon olayı da artmaktadır. Taş ocağı, kurulacağı alanın ve çevresinin florasına olumsuz etki yapmakta, varsa alanda bulunan nadir ve nesli tükenmekte olan bitkilerle, endemik bitkilerin, yaşam alanlarının, hayvan yuva ve barınaklarının yok olmasına sebep olabilmektedir. Çünkü taş ocağının kurulacağı alan yüzeysel olarak tıraşlanmaktadır. Bu da bitkilerin ve hayvanların yaşamlarının ve habitatlarının yok olmasına sebep olmaktadır.
“İzinleri iptal ederek jeolojik mirasımızı koruduk”
Soru: Gündemde ipsaro tepelerindeki alçı taşı çıkarma izinleri var, Bakanlar Kurulu bu izinleri iptal ettirdi. Ancak bunların bazıları çok önceden verilmiş izinlerdi ve bu izinleri alanların da şimdi itirazı söz konusu olacak ve ortaya bir de bu tartışma çıkacak. Eğer söz konusu bölgede alçı taşı çıkarılsaydı bunun ne tür etkileri olacaktı?
Alkan: Alçı ocaklarının izinleri 2001 yılında verilmeye başlandı ve en son 2007 Ekim’de izin verildiği Sayın Bakan tarafından da zikredildi. Alçı ocakları da bence eğer şu andaki mevcut durumla işletmeye açılsaydı Beşparmak Dağları’nda gördüğümüz durumun bir benzeri belki de daha kötüsü oluşacaktı. Bizim oda olarak bu konudaki en baştan beri fikrimiz söz konusu bölgede ekonomik, sosyal ve çevre analizi yapılmasıydı. Bu üç konuda mevcut durumun iyice tespit edilmesi gerekir. Örneğin bu işletmeler faaliyete geçtiği zaman çevreye ne gibi etkilerinin olacağının önceden ortaya konması lazım. Bir Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporu var ama yeterli bir rapor değil. Orada bir diğer konuda da tesislerin nereye yapılacağının belli olmamasıydı. Bence de bu izinlerin iptal edilmesi doğru bir karar ama özellikle yatırım yapan o şirketin tazmin edilmesi veya alçının başka bir yerden çıkartılması tartışması ortaya çıkacak. İpsaro’nın bir özelliği de jeolojik olarak dünyada ender rastlanan bir yapıya sahiptir, orası bizim jeolojik mirasımızdır. Biz izinleri iptal ederek bunu da korumuş oluyoruz.
“İthal etmek kesinlikle çözüm değil”
Soru: Taş ocaklarına karşı çıkıyoruz ama diğer taraftan “inşaat sektörü ekonomimizin lokomotif sektörlerinden biridir” deniyor. Ortada bir de ihtiyaç var. Bazı çevreler de “ithal edelim” diyor. Sizce ithal etmek çözüm müdür?
Alkan: Bence ithal etmek kesinlikle çözüm değildir. Zaten ithal etmek daha çok çevre kirliliği yaratır. İklim değişikliği nedeniyle hep yerli üretim yapılması gerektiğini söylüyoruz çünkü ihraç veya ithal ettiğinizde uçak ya da gemi ile ortaya çıkan karbondioksid emisyonu var. İkinci bir nokta da örneğin ihtiyaç olan malzemeyi Türkiye’den getireceksek Türkiye’de o taş nasıl çıkartılıyor, istenilen standardlarda mı çıkarılıyor? Büyük bir ihtimalle öyle olmuyor çünkü Türkiye de bize benzer bir durumda. Bu durumda “Türkiye’yi kirletelim Kıbrıs’ı kirletmeyelim” mantığı ortaya çıkar ki bu da çevrecilik anlayışına ters. Çevreciyseniz dünyanın tek olduğunu ve tüm dünyanın korunması gerektiğine inanırsınız. Dolayısıyla bu gerçekçi çözüm değil. Peki çözüm ne? Herşeyimiz plansız. Bizim ilk önce planlamayı yapmamız gerekiyor ki hangi bölgeye ne kadar inşaat yapacağımızı belirleyelim. Öncelikle Ülkesel Fiziki Planı hazırlamamız gerekiyor. Ardında da bunu imar planlarıyla da detaylandırmamız gerekiyor. O zaman biz bu ülkede ne kadar inşaat yapılacağını bileceğiz ve yaklaşık ne kadar taş miktarına ihtiyacımız olacağı da ortaya çıkacak. O zaman mevcut taş ocaklarının fazla olup olmadığını anlayabileceğiz ki bence şu anda fazla. İkinci önlem de kötü durumdaki ocakları kapatmaktır ki böylelikle iyi durumda olan ocakları da teşvik etmiş oluruz. Karayolları Dairesi’nin ocağı maalesef en kötü durumda olan. Bizim bu konuda önerimiz o ocağın işletmesinin durdurulması ve yurtdışından gelecek uzman bir ekibin bu ocakla ilgili alternatif çözüm önerileri sunmasıdır. Rehabilitasyon için değişik yöntemler var. Birincisi işleterek rehabilite etmektir, hem rehabilite edersiniz hem de malzemeyi alırsınız. İkinci yöntem de atık malzemelerle gerekli önlemleri alarak dolgu yapmaktır. Yurtdışından gelecek uzman ekip iki yöntemin de hem ne kadar sürede hem de ne gibi bir maliyetle yapılabileceğini ortaya koyar ve hükümet de “Karayolları Dairesi’nin ocağını gerçekten kötü çalıştırdık, farkındayız. Artık şu kadar sürede bu yöntemle bunu düzelteceğiz” demelidir.
“Kapatmak çözüm değil”
Soru: Hem ekonomiye katkı yaparak hem de çevreyi koruyarak neler yapılabilir, önerileriniz nelerdir?
Alkan: Birçok örgüt kapatalım diyor ama kapatmak çözüm değil. Bir ocağı o şekilde kapatmak onun hep o kötü durumda kalmasına sebep olur. Kapatmak çözüm değil kapatırken nasıl rehabilite edeceğimizi de düşünmemiz lazım. Bir de bu malzemeye ihtiyacımız var, önemli olan ihtiyacımız kadar çıkarmak fazlasını çıkarmamak. Önlemlere gelince, kesinlikle ülkede fiziki planlama hazırlanmalı ve bu sektörün gelecekte ne olacağı belirlenmeli. Ayrıca yasalarımız çok eski, hazırlanan sözleşmelerde pek çok eksiklikler var, bunların çağdaş standardlara getirilmesi gerekiyor. Denetleme çok önemli, düzenli denetleme yapılması gerekiyor. Jeoloji Maden Dairesi’nin yanı sıra Çevre Koruma Dairesi’nin de denetlemesi gerekir, dolayısıyla iki kurumun da hem ekipman hem de eğitimli personel kapasitelerini güçlendirmeleri gerekiyor. Yeni ruhsatlar kesinlikle verilmemeli, ocak sayısı artırılmamalı. Bir de taş ocaklarının çoğunda maden mühendisi yok ve ülkemizde de maden mühendisi eksiği var. Ayrıca bu konuda toplumda ve örgütlerde bilgi eksikliği var. Bazı açıklamalar gerçekçi değil. Ülkenin ihtiyaçları da düşünülerek bilimsel açıklamaların yapılması da taş ocaklarının geleceğini yönlendirmede daha doğru olacaktır diye düşünüyorum.